Dünyadaki Kıtlığın Ardındaki Gerçek Sebepler

12:35 Posted In
Evrenin her noktası Yüce Rabbimiz'in yaratma sanatının benzersiz tecellileriyle doludur. Gözümüzü çevirdiğimiz her yer Allah’ın sonsuz gücünü ve büyüklüğünü yansıtır. Allah’ın insana verdiği nimetler saymakla bitmez. Rabbimiz bu gerçeği Kuran'da şöyle bildirmiştir:
Eğer Allah'ın nimetini saymaya kalkışacak olursanız, onu bir genelleme yaparak bile sayamazsınız. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Nahl Suresi, 18)
Gerçek şu ki, Allah için yaratmak çok kolaydır. Bu durum bir ayette Rabbimiz tarafından şu şekilde belirtilmektedir:
Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca "ol" der, o da hemen oluverir. (Bakara Suresi, 117)

Her türlü eksiklikten münezzeh olan Rabbimiz, dilediği anda dilediğini yaratmaya kadirdir. Yeryüzündeki hassas dengeleri; örneğin Samanyolu Galaksisi'ni, Güneş Sistemi’ni, Dünya’yı kuşatan sayısız kozmik kanunu ve tüm fiziksel değer ve ölçüleri yaratmak Allah için son derece kolaydır. Güneş'in yaydığı ışıktan evrenin genişleme hızına, suyun akışkanlık değerinden Dünya'nın Samanyolu Galaksisi'ndeki konumuna, Ay'ın Dünya'ya olan uzaklığından atmosferdeki gazların oranına kadar sayısız faktörün tamamını yaratan Allah’tır. Allah yaratmanın Kendisi için kolay olduğunu bir başka ayetinde şöyle buyurmaktadır:
Onlar görmediler mi ki, Allah yaratmaya nasıl başlıyor, sonra onu iade ediyor? Şüphesiz, bu Allah'a göre kolaydır. (Ankebut Suresi, 19)
Allah’ın dilediğini dilediği anda mükemmel bir sanatla yarattığı ve yaratmanın O’nun için son derece kolay olduğu gerçeğini göz önünde bulundurarak düşündüğümüzde, dünya hayatında insanların başına gelen her olayın Allah tarafından özel bir hikmetle yaratıldığını daha iyi anlarız. Nitekim yeryüzünde meydana gelen her şeyde mutlaka Allah’ın takdiri, O’nun belirlediği bir kader, bir hayır ve hikmet vardır. Hiçbir şey kendiliğinden, amaçsızca gerçekleşmez. Bir yaprağın yere düşmesi gibi en küçük detaylar dahi Allah’ın bilgisi dahilinde, O’nun kusursuz yaratma sanatının bir göstergesi olarak, hayır ve hikmetle meydana gelir.
Gaybın anahtarları O'nun Katındadır, O'ndan başka hiç kimse gaybı bilmez. Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve herşey) apaçık bir kitaptadır. (En’am Suresi, 59)
Dolayısıyla dünya hayatında eksiklik gibi görülebilecek pek çok olay da aslında bir kader dahilinde, hayır ve hikmet üzere yaratılmakta, yine Allah’ın sonsuz yaratma gücünü ve sanatını gözler önüne sermektedir. Örneğin insanın ölümlü olması, küçücük bir mikrop vesilesiyle hastalanmaya müsait olması, uyuyan, acıkan ve türlü eksiklikleri olan bir varlık olmasının da özel hikmetleri vardır. Böylece akılcı düşünebilen bir insan dünya hayatının eksik ve geçici bir yer olduğunu daha kolay anlar, dünyaya bağlanmaz ve ahirete yönelir. Ayrıca kendisinin ne kadar aciz bir varlık olduğunu görüp Allah’ın büyüklüğünü daha iyi takdir edebilir.

Çok açıktır ki, her şeye kadir olan Allah, dilemiş olsaydı dünyayı birtakım eksikliklere sahip bir şekilde yaratmazdı. Ama bir imtihan yeri olması sebebiyle dünya, özel olarak eksiklikleri ile birlikte yaratılmıştır. Örneğin açlık hissi Allah tarafından özel olarak yaratılmış bir histir. Hiç kuşku yok ki Allah dilemiş olsaydı açlık diye bir kavram varolmazdı. Ne var ki açlık kavramı insanların dünya hayatında zaman zaman açlıkla imtihan edilmeleri, bu vesileyle iman edenlerle etmeyenlerin, sabredip tevekkül edenlerle isyana kapılanların ayırt edilmesi, Müslümanların ecir kazanmaları amacıyla, özel olarak yaratılmıştır. İşte bu örnekte olduğu gibi, eksiklik gibi görünen diğer tüm detaylarda da pek çok özel yaratılış hikmeti vardır.

Bu gerçek doğrultusunda düşünmeye devam edersek, “kıtlık” kavramının da özel bir hikmetle yaratıldığını kolaylıkla anlarız. Tarihte bugüne kadar görülmüş kıtlık olaylarının hepsinin Allah Katında çeşitli hikmetleri vardır. Bu hikmetlerden bazılarının neler olabileceğine Allah Kuran’da şöyle işaret etmektedir:
Allah bir şehri örnek verdi: (Halkı) Güvenlik ve huzur içindeydi, rızkı da her yerden bol bol gelmekteydi; fakat Allah'ın nimetlerine nankörlük etti, böylece Allah yaptıklarına karşılık olarak, ona açlık ve korku elbisesini tattırdı. Andolsun, onlara kendi içlerinden bir elçi gelmişti, fakat onu yalanladılar; böylece onlar, zulümlerine devam etmektelerken azap onları yakalayıverdi. (Nahl Suresi, 112-113)

Bilindiği gibi peygamberler Allah’ın, hidayet önderleri olarak yarattığı çok mübarek insanlardır. Bir kavme bir elçinin gönderilmesi, elçinin o kavmi Allah’a iman etmeye davet etmesi ve kavmin yüz çevirmesi durumunda, o durumdan sonra kavimde meydana gelen olayların çok özel hikmetleri vardır. Allah geçmişte uyarıldıkları halde yüz çevirmiş kavimlerin başına gelen bu olayları Kuran’da detaylı bir şekilde açıklamaktadır. Nitekim yukarıdaki ayetlerde de Allah daha önce güvenlik ve huzur içindeyken ve bol rızka sahipken Allah’ın nimetlerine nankörlük etmeleri dolayısyla kendilerine açlık tattırılan bir kavimden bahsetmektedir.

Kuran’ın Yusuf Suresi’nde de kıtlığa uğramış bir kavimden bahsedilmektedir. O dönemde başgösteren kıtlık da kavmin önde gelenleri tarafından Yusuf Peygamber’e yapılan haksızlıklara karşılık olmak üzere Allah’tan bir ceza ya da uyarı olarak gelmiş olabilir. Doğrusunu Allah bilir.

İçinde bulunduğumuz dönem de, 1400 yıldan bu yana bütün inananların heyecanla beklediği Hazreti Mehdi Aleyhisselam’ın Allah’ın nurunu dünyaya hakim kılmak üzere görevlendirilmiş olarak yeryüzünde faaliyete başlayacağı, Peygamber Efendimiz tarafından haber verilmiş, tarihi öneme sahip özel bir dönemdir. Ayrıca yine bu dönemde Hz. İsa’nın yeryüzüne dönmesi beklenmektedir. Bu çok önemli zaman diliminde daha önce meydana gelmemiş pek çok olay ardı ardına gerçekleşmiş ve gerçekleşmeye devam etmektedir.
Kuran’da pek çok örneği görüldüğü gibi, Allah’ın uyarıları, uyarıldıkları halde yüz çeviren insanlara, hiç hissetmeyecekleri ya da hiç farkında olmadıkları bir yerden gelebilmektedir. Dikkat edilirse günümüzde de insanlar nereden geldiğini anlayamadıkları çeşitli sıkıntılar içinde kalakalmış haldedirler. Örneğin insanların büyük kısmının arasında samimi sevginin, samimi dostluğun, arkadaşlığın kalmamış olması, hiçbir şeyden zevk alamaz hale gelmiş olmaları, gerçek anlamda mutlu olamamaları, sürekli karamsar bir ruh hali içinde yaşamaları, kaynağını bir türlü kavrayamadıkları, çok uğraşmalarına rağmen kurtulamadıkları birer bela çeşididir. Allah’ın dininden, emrettiği güzel ahlaktan yüz çevirmeleri, ahirete yönelmek yerine kısacık dünya hayatını tercih etmeleri kendi elleriyle kötü bir hayat sürmelerine sebep olur. Bu, aslında kendi elleriyle kendilerine hazırladıkları, ama sonucunun bu şekilde kendilerine zarar vereceğini daha önceden hesaplayamadıkları gizli bir bela çeşididir. Dünyevi menfaatlere dalmış ve o arada Allah’a kulluk vazifelerini unutmuş olmaları sebebiyle hiç ummadıkları bir bela ile karşılaşmışlardır. Onlar dünyanın peşinden koştukça dünya onları hızla terk etmekte, sevgisizlikten, samimiyetsizlikten psikolojik hastalıklara yakalanmakta ve kısa sürede yaşlanıp çökmektedirler. Oysa içinde bulunduğumuz Hz. Mehdi dönemi bütün dünyanın Allah’a kulluğa açıkça davet edildiği bir dönemdir. Günümüzde tüm insanlık çok çeşitli vesilelerle durmaksızın Allah’ın ayetleri ve delilleri ile uyarılmaktadır. İmandan yüz çeviren insanlara Allah tarafından önce sevgi duyarlılığını kaybetme, gerçek mutluluğu hiçbir şekilde yakalayamama gibi birtakım gizli karşılıklar verildiği, Kuran’ı bilen bir insan tarafından kolayca fark edilebilecek bir durumdur. Günümüzde yaşanan ekonomik kriz de bunun örneklerinden biri olabilir. Öyle ki insanlar bir gün içinde dünyayı sarıp kuşatan bir sıkıntı ile yüz yüze gelmişlerdir. Doğrusunu Allah bilir.

Meyvelerdeki Sayısız Faydalar

12:46
İnsan vücuduna sayılamayacak kadar faydası bulunan meyvelerin beslenmemizdeki önemi oldukça büyüktür. Öncelikle ihtiyacımız olan birçok elementi meyvelerden alırız, ayrıca lifli yiyeceklerden olan meyveler sindirim sistemine de yardımcı olurlar. İnsan vücuduna sayılamayacak kadar faydası bulunan meyvelerin beslenmemizdeki önemi oldukça büyüktür. Öncelikle ihtiyacımız olan birçok elementi meyvelerden alırız, ayrıca lifli yiyeceklerden olan meyveler sindirim sistemine de yardımcı olurlar. Üstelik meyveler sadece insanlar için değil, yeryüzünde yaşayan diğer canlılar için de faydalı kılınmıştır. Kuşlar, sincaplar gibi daha birçok canlı yaşamlarını meyveler sayesinde sürdürmektedir. Meyvelerin, kendilerini üreten ağaçlara da büyük faydaları olur.
Birçok bitki türü neslini devam ettirebilmek için, meyveleri yoluyla çekirdeklerini ulaşamayacağı noktalara taşırlar, bunun için de meyvelerle beslenen kuşları ve diğer canlıları kullanırlar. Bu canlılar meyveleri ağaçlardan kopardıktan sonra uzak mesafelere taşır ve bu şekilde çekirdeklerini etrafa yaymış olurlar. Ayrıca ağaçtan toprağa düşen meyveler de yerdeki bazı hayvanlar ve böcekler için besin kaynağı olurlar. Bütün bunların yanısıra meyveler, toprağı da zenginleştirirler. Sadece meyvelerin etli kısımlarının değil çekirdeklerinin de birçok canlı için faydalı olduğu tespit edilmiştir.
Birbirinden farklı tatlarda, farklı renklerde ve biçimlerde yaratılan meyveler Allah'ın nimetlerindendir. Muzun kolay soyulan kabuğu ve çok lezzetli tadı, portakalın küçük küçük paketlenmiş özel aromalı suyu, karpuzun sıcak havalarda serinleten ve insanın hoşuna giden tadı ve diğer meyvelerin her biri Rabbimiz'in hizmetimize sunduğu nimetlerdendir.
Allah Kuran'ın birçok ayetinde, meyvelerin cennet nimeti olarak insanlara sunulacağını müjdelemiştir.
"Onların etrafında altın tepsiler ve testilerle dolaşılır; orada nefislerin arzu ettiği ve gözlerin lezzet (zevk) aldığı herşey var. Ve siz orada süresiz kalacaksınız. İşte, yaptıklarınız dolayısıyla mirasçı kılındığınız cennet budur. Orda sizin için birçok meyveler vardır; onlardan yiyeceksiniz." (Zuhruf Suresi. 71–73)
Portakal
Kanseri önleyici olarak bilinen bütün maddeleri içeren portakal elmadan sonra Dünya'nın en çok tüketilen meyvesidir. İlk çağların "altın elma"sı portakal, içi ince zarlarla kaplanmış keseciklerle dolu sulu bir meyvedir. Navel portakal, çekirdekli veya hemen hemen çekirdeksiz sarı portakal, kan portakalı, ekşi olmayan portakal olmak üzere başlıca dört gruba ayrılır. Özel kokulu bir yağ içeren ve turunçgiller ailesinden kabul edilen bu meyvenin anavatanı Çin'dir. Daha sonra başta İspanya olmak üzere tüm Akdeniz ülkelerinde, Güney Afrika ve Amerika gibi sıcak bölgelerde üretilmeye başlanmıştır. Portakalın birçok türü ülkemizde de yetiştirilmektedir.
Portakal, önemli bir askorbit asit kaynağıdır. Özellikle C vitamini yönünden oldukça zengin olan portakal, soğuk algınlıklarında, nezle ve gribal enfeksiyonlarda çok faydalıdır. Portakal aynı zamanda içinde çok sayıda antioksidant da bulundurmaktadır.
Bu meyvenin kış aylarında insanların hizmetine sunulması ise yine Yüce Allah'ın insanlara olan fazlındandır. Çünkü insanların bağışıklık sistemini güçlendirmelerine yardımcı olacak vitaminlerce zengin olan portakal, sulu bir meyve olmasıyla da bu tip rahatsızlıklarda karşılaşılan su kaybını telafi etmek için kullanılır.
Karpuz
Karpuz yaz aylarında artan hava sıcaklıklarıyla birlikte vücudun ihtiyaç duyduğu suyu ve glikozu takviye eden bir meyve çeşididir. Anayurdu Afrika'nın tropikal bölgeleridir. Daha sonra ticari gemilerle Akdeniz ülkelerine yayılmıştır. Bugün dünyada yaklaşık 500 çeşit karpuz yetişmektedir. Bunlar kabuğunun, çekirdeklerinin biçimine, rengine ve ağırlığına göre farklılık gösterir.

Karpuz bol miktarda C vitamini ve antioksidan özelliği ile çeşitli kanser türlerine karşı etkili olan Beta karoten içerir. İçerdiği yüksek potasyum kalp fonksiyonlarının ve kan basıncının düzenlenmesine yardımcı olur. Aynı zamanda iyi bir lif kaynağı olduğundan bağırsak hareketlerini düzenler ve bağırsak kanserini önlemede de rol oynar.
Karpuz çekirdekleri de içinde bulunan Cucurbocitrin adlı madde ile kan basıncını düşürmeye ve böbrek fonksiyonlarının düzenlenmesine yardımcı olur. Yağ ve kolesterol içermediğinden ve kalorisi de düşük olduğundan yaz aylarında yapılan diyetlerde özel bir yeri vardır Tatlı ve sulu soğuk bir karpuz yaz aylarının en lezzetli serinleticisidir. İçerdiği bol su ve vitaminlerle sağlıklı beslenmemizde önemli bir rol oynar.

Elma
Gülgiller ailesinden olan elma ağacı verimli ve dayanıklı bir ağaçtır. Ilıman iklimlerde yetişen elmanın yaklaşık 25 türü bulunmaktadır. Günde bir-iki elma yiyerek, kalp ve dolaşım sorunlarına karşı korunmuş olursunuz. Elma kolesterolü yok eder ve kabızlığı önler. Protein, vitamin ve doğal kimyasallar sayesinde sindirimi kolaylaştırır ve kan basıncını düşürür. Ayrıca kokusunun rahatlatıcı özelliği vardır. Artrit, romatizma ve gut hastalıklarına karşı faydalı olduğu belirtilen elma, meyvelerin aspirini olarak değerlendirilmektedir. Hoş kokulu, ferahlık verici olmasının yanında besin değeri de son derece yüksektir.

Çilek
Çileğin yaklaşık 600 çeşidi bilinmekte ve ülkemizde belli başlı 6 çeşidi yetiştirilmektedir. Bol sulu olduğunda kanı temizleme özelliği olan çileklerin iştah açıcı ve cilt hastalıklarında da etkili olduğu bilinmektedir. Aynı zamanda yaprakları ve kökleri de gut hastalığında tonik olarak kullanılmaktadır. Diğer özellikleri şunlardır: Böbrek ve sindirim hastalıklarında, yüksek tansiyon ve kolesterolü düşürmede, boğaz ağrıları ve diş etlerinin güçlendirilmesinde faydalıdır. A, B, C vitaminleriyle potasyum, demir gibi mineralleri içermesi açısından besin değeri de oldukça yüksektir.
Hurma
Modern tıp hurmayı 'mucize meyve' olarak değerlendirmektedir. İnsanın ihtiyacı olan bütün element, mineral ve vitaminlerin büyük çoğunluğunu içinde barındırmaktadır. Özellikle demir, magnezyum, canlı madeni tuzlar, A, D, B, C vitaminleri bakımından zengindir. Yapılan araştırmalarda hurmanın antiseptik olduğu, anne sütünü arttırdığı, içindeki potasyum sayesinde çocukların gelişimine büyük katkı sağladığı belirlenmiştir.

5 bin yıldır, Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde tüketilen hurma, her öğünde yenilen bir meyvedir. Yetiştirildiği bölgelere göre çeşitli renklerde ve büyüklükte hurmalar vardır. Çok şekerli bir meyve olduğundan hurmanın üzerinde çoğu zaman, ince, beyaz bir şeker katmanına rastlanmaktadır.

Aslında sadece meyve olarak bilinen hurma, lifleri kumaş üretiminde kullanılan, çekirdekleri yakacak olarak değerlendirilebilen de bir yiyecektir. Allah bu liflere bir Kuran ayetinde de dikkat çekmiştir:
"Her insan-grubunu imamlarıyla çağıracağımız gün, artık kimin kitabı sağ eline verilirse, onlar kitaplarını okuyacaklar ve onlar, bir 'hurma çekirdeğindeki iplikçik kadar' bile haksızlığa uğratılmazlar." (İsra Suresi, 71)

Sonuç olarak yaşamın doğal bir parçası gibi gördüğümüz birçok şeyde Allah'ın üstün yaratışına şahitlik ederiz. Samimi bir akılla ve vicdan kullanarak düşünebilen şuurlu insanlar, Allah'ın sayısız nimetlerinin ve insanlara olan lütfunun farkına varabilirler. Bu da onların şükretmelerine vesile olarak Allah'a olan yakınlıklarını arttırır.
Meyvelerde olduğu gibi, Rabbimiz'in bizim için yaratmış olduğu nimetler sayılamayacak kadar çoktur. Allah'ın üzerimizdeki lütfu çok açıktır, bizim yapmamız gereken Rabbimiz'e gereği gibi şükretmektir.
"Şüphesiz, senin Rabbin, insanlara karşı büyük lütuf (fazl) sahibidir, ancak insanların çoğu şükretmiyorlar." (Neml Suresi, 73)

Bir Ayet Bir Açıklama: Teğabün Suresi, 16

14:03 Posted In
"... Kim nefsinin bencil-tutkularından (ya da cimri tutumundan) korunursa; işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır." (Teğabün Suresi, 16)

Allah bu ayetiyle insanı bu dünyada ve ahirette kurtuluşa yöneltecek olan tavrın, nefislerinin kötü özelliklerinden sakınmak olduğunu bildirmiştir.

İnsan nefsi bencillik, egoistlik, cimrilik gibi çeşitli kötü ahlak özelliklerine yatkın bir yapıda yaratılmıştır. Nefsini eğitmediği takdirde, bu kötü ahlak özellikleri kişinin tüm ahlakına hakim olur. Böyle bir kişi ise genellikle herkesten çok hatta çoğu zaman yalnızca kendisini düşünür. Kendisi için daima herşeyin en iyisini, en güzelini, en mükemmelini ister ve bunları elde etmek için başkalarına zarar vermekten çekinmez. Kendisi bu özelliklere sahip olmadığı halde ona karşı herkesin olabildiğince anlayışlı ve özverili bir yaklaşım içerisinde olmasını bekler. İçten içe hep kendi istek ve çıkarlarını korumak, kendi rahatını ve konforunu sağlamak ister.

Nefsin bu zayıflığından kurtulmak ise, ancak imanı kavramak ve Kuran ahlakını yaşamakla mümkün olur. Kuran'da bildirilen gerçekleri ve Allah'ın emrettiği ahlak anlayışını kavrayan bir kimse, hayatının her anında fedakarlık gösterebilecek bir ahlaka ulaşabilir. Allah, insanın nefsini kötülüklerden sakındırabilmesi ve Allah'ın beğendiği ahlaka ulaşabilmesi için vicdanı yaratmıştır. Vicdanın sesi, insana her türlü kötülükten sakınmanın ve iyiliğe ulaşmanın yollarını gösterir. İman eden bir insanın kalbindeki derin Allah sevgisi ve güçlü Allah korkusu, onu nefsinin kötülüklerine yenik düşmekten alıkoyar. Böyle bir insan, dünya hayatında asıl bulunuş amacının Allah'ın rızasını kazanmak olduğunu bilerek, hayatının her anında Rabbimiz'in hoşnut olacağı dav! ranışlarda bulunmaya çalışır. Dünya hayatının çok kısa süreceğini, insanın asıl olarak sonsuz ahiret hayatı için çaba harcaması gerektiğini bilir. Burada elde edilen tüm menfaatlerin gelip geçici olduğunu, ardından ise Allah'ın huzuruna varıp hesap vereceğini unutmaz. Dünya hayatında Allah'ın rızası, rahmeti ve cenneti yerine, nefsini ve çıkarlarını korumayı hedefleyen insanların ise ahirette sonsuz bir azapla karşılaşabileceklerinin bilincindedir.

Aksinde ise, gösterdiği güzel davranışlara ve fedakarane ahlaka karşılık, Allah kendisini dünyada iyilik ve güzellikle mükafatlandıracak, ahirette de sonsuza dek benzersiz nimetlerle ödüllendirecektir. Allah, güzel davranışlarda bulunanları Kuran'da şöyle müjdelemektedir:
“Güzellik yapanlara daha güzeli ve fazlası vardır. Onların yüzlerini ne bir karartı sarar, ne bir zillet, işte onlar cennetin halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır.” (Yunus Suresi, 26)

İncil'de Hz. İsa'nın Beşeri Özellikleri

14:37 Posted In
Hz. İsa'nın doğumu, soyu, yakınları
İbrahim oğlu, Davut oğlu İsa Mesih'in soyuyla ilgili kayıt şöyledir... (Matta, 1/1-2)
Daha sonra İsa'nın annesiyle kardeşleri geldi. Dışarıda durdular, haber gönderip onu çağırdılar. (Markos, 3/31)
… Kalabalıklar, "Bu, Celile'nin Nasıra kentinden İsa Peygamber" diyordu. (Matta, 21/11)
Meryem'in oğlu, Yakup, Yose, Yahuda ve Simun'un kardeşi olan marangoz değil mi bu? Kızkardeşleri burada, aramızda yaşamıyor mu?..(Markos, 6/3)
İsa bilgice ve boyca gelişiyor, Allah ve insanlar önünde iyilik buluyordu. (Luka, 2/52)
Hz. İsa'nın beşeri özellikleri
Yemek yemesi
Onlarla sofrada otururken İsa ekmek aldı, şükretti ve ekmeği bölüp onlara verdi. (Luka, 24/30)
Sevinçten hâlâ inanamayan, şaşkınlık içindeki öğrencilerine, "Sizde yiyecek bir şey var mı?" diye sordu. Kendisine bir parça kızarmış balık verdiler. İsa onu alıp gözlerinin önünde yedi. (Luka, 24/41-43)
Daha sonra İsa, Levi'nin evinde yemek yerken... (Markos, 2/15)
... İsa, yolculuktan yorulmuş olduğu için kuyunun yanına oturmuştu. Saat on iki sularıydı. Samiriyeli bir kadın su çekmeye geldi. İsa ona, "Bana su ver, içeyim" dedi. (Yuhanna, 4/6-7) 
Yorulması ve dinlenmesi
İsa, kayığın uç tarafında bir yastığa yaslanmış uyuyordu... (Markos, 4/38)
İsa onlara, "Gelin, tek başımıza tenha bir yere gidelim de biraz dinlenin"dedi. Gelen giden öyle çoktu ki, yemek yemeye bile vakit bulamıyorlardı. (Markos, 6/31)
...Yolculuktan yorulmuş olan İsa kuyunun yanına oturdu... (Yuhanna, 4/6) 
Hz. İsa her insan gibi Allah’ın rahmetine muhtaçtır
Herşey bana Rabbim tarafından verildi... (Matta, 11/27)
...Allah'ın bana verdiği buyruk uyarınca iş görüyorum... (Yuhanna, 14/31)
...Size söylediğim sözleri kendiliğimden söylemiyorum... (Yuhanna, 14/10)
...Size önemle belirtirim ki, elçi kendiliğinden hiçbir şey yapamaz...(Yuhanna, 5/19)
...Benim öğretişim kendimden değil, beni gönderenden esinleniyor.(Yuhanna, 7/16)
Onları bana veren Rabbim her varlıktan üstündür... (Yuhanna, 10/29)
Çünkü ben kendiliğimden konuşmadım. Ne diyeceğimi, ne konuşacağımı beni gönderen Allah buyurdu. O'nun buyruğunun ise sonsuz yaşam olduğunu biliyorum. Bunun için konuştuğum her sözü Allah'ın bana bildirdiği gibi söylüyorum. (Yuhanna, 12/49-50)
İsa Allah'ın herşeyi kendi ellerine verdiğini ve Allah'tan gelmiş olup yine Allah'a gittiğini biliyordu. (Yuhanna, 13/3)
… Ben her zaman O'nun beğendiği işleri yapıyorum. (Yuhanna, 8/29)
Ben kendi kendime hiçbir şey yapamam; işittiğim gibi yargılarım. Benim yargılayışım doğrudur. Çünkü kendi isteğimi değil, beni gönderenin isteğini ararım. (Yuhanna, 5/30)
Hz. İsa'nın Allah'a dua etmesi
Biraz ileriye giderek yüzüstü yere kapandı, duaya koyuldu... (Matta, 26/39)
… gözlerini göğe dikerek şükran duasını yaptı... (Matta, 14/19)
Halkı salıverdikten sonra dua etmek için tek başına dağa çıktı… (Matta, 14/23)
Sabah çok erkenden, ortalık henüz ağarmadan İsa kalktı, evden çıkıp ıssız bir yere gitti, orada dua etmeye başladı. (Markos, 1/35)
Onları uğurladıktan sonra, dua etmek için dağa çıktı. (Markos, 6/46)
İsa öğrencilerine, "Ben dua ederken siz burada oturun" dedi. (Markos, 14/32)
O günlerde İsa, dua etmek için dağa çıktı ve bütün geceyi Allah'a dua ederek geçirdi. (Luka, 6/12)
İsa bir yerde dua ediyordu… (Luka, 11/1)
... Ben, imanını yitirmeyesin diye senin için dua ettim… (Luka, 22/32)

Evanjelik masonların İncil’e Dayandırmaya Çalıştıkları Sahte İzahlara Dikkat

14:30 Posted In
Evanjelik veya Müslüman görünümlü bazı masonlar, kutsal kitaplardaki hükümlere kendilerine göre yorum getirerek, samimi dindarları yanlış yönlendirme çabası içindedirler. Dünyada bazı Evanjelik Hıristiyanların, İslam’a yönelik hasmane bakış açıları işte bu çirkin çabanın bir sonucudur. Hıristiyan dindarlar üzerinde oluşturulmaya çalışılan İslam’a yönelik bu bakış açısı aslında sahte ve kirli bir oyundur. Masonlar, bu sahte oyun vesilesiyle dikkatleri başka yöne çekerek inananlar üzerinde oyun oynamakta, inananların güçlenmesini engellemekte, Allah’a karşı yürüttükleri çirkin ve sinsi propaganda için zemin bulabilmektedirler.
 
Bu oyunun geçerli gözükebilmesi, samimi Evanjelikler arasında destek görebilmesi için Evanjelik masonlar, çok daha çirkin bir yöntem kullanmakta ve sahte iddialarına İncil’i dayanak göstermektedirler. Samimi dindarları ancak bu yolla etkileyebileceklerini bilmektedirler. Oysa bu, oldukça sinsi bir oyundur. İncil’i dayanak göstererek İslam’ı deccaliyetle bağdaştırmaya çalışan zihniyet (İslam dinini tenzih ederiz), deccali sistemin asıl kaynağı olan masonik zihniyettir. Bu zihniyet, İncil’deki bazı ifadeleri TAMAMEN GERÇEĞİNDEN FARKLI VE ÇARPIK YORUMLAYARAK, insanları yanlış yönlendirmektedir.

Bir kaynakta, masonluğun asıl hedefinin Hıristiyanlığı gerçek inancından saptırmak olduğu şu şekilde izah edilmektedir:
Masonluğun temel amacı, Hıristiyanlık tarafından meydana getirilen dini ve politik dünya düzenini kökünden sökmek ve yerine KENDİ DÜŞÜNCE ŞEKİLLERİYLE UYUMLU BİR DÜZEN GETİRMEKTİR. Bu, toplumun yeni düzeninin naturalizm’den türeyeceği anlamına gelir.[1]
 
İşte masonluğun asıl hedefi, Hıristiyanlığı gerçek amacından uzaklaştırmaktır. Fakat masonluk, bir deccal sistemi olduğundan sinsi hareket etmekte, Hıristiyanlığı gerçek amacından uzaklaştırabilmek için İncil’i kullanmakta, kendisini dindar göstermektedir. Bu son derece tehlikeli oyuna karşı mutlaka tetikte olmak gerekmektedir.

Şunu belirtmek gerekir ki, İncil’de geçen deccal tarifi, Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’den rivayet edilen hadislerle tam bir mutabakat içindedir. Dolayısıyla Müslüman aleminin beklediği deccal ile Hıristiyan aleminin beklediği deccal aynı sapkın inancı yayacak ve aynı özelliklere sahip olan aynı deccal olacaktır. Fakat Evanjelik masonlar, sinsi bir yöntem  kullanarak deccalin tüm özelliklerini İslam’a maletmeye çalışmakta, bunun için de kendilerince İncil’i delil göstermeye çalışmaktadırlar.

Evanjelik görünümlü masonların gösterdiği bu çirkin cesaret ve kışkırtma politikası, dünya üzerindeki samimi Müslümanlara karşı kin ve öfkeyi tahrik etme amaçlıdır. Bu kişiler, kendilerini dindar göstererek, ithamlarını İncil’e dayandırdıklarını iddia ederek, İslam’da olmayan bir hükmü, zulüm ve katliamları İslam’a maletmeye çalışmaktadırlar. Bu kişilerin sinsi oyunlarına karşı özellikle samimi Hıristiyanların çok dikkatli olmaları gerekmektedir. Bu çirkin oyun neticesinde, samimi dindar Hıristiyanların bir kısmı İslam’ı yanlış tanımakta, yanlış yorumlamakta, İslam’ın güzellik, barış ve sevgi dini olduğu gerçeğinden habersiz kalmaktadırlar. Bu oyun, aynı zamanda Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında suni bir ayrılığın oluşmasına neden olmaktadır. Bu sinsi plan neticesinde, aynı Allah’a inanan samimi dindarlar birlik olamamakta, hatta tam tersine aralarında nifak ve husumet olması amaçlanmaktadır. Bu durum elbette, tüm dünyaya dinsizliği, Darwinizm’i, anarşiyi, zulmü, savaşları, cinayetleri, dejenerasyonu yaymak isteyen deccal sistemi masonluğun sinsice faaliyetlerini sürdürmesi için aradığı en uygun zemini sağlamaktadır.

Masonluk, tarih boyunca olduğu gibi ancak inananların arasını ayırdığı sürece güçlenebilmektedir. Bu nedenle masonik idarenin dinsizliği yayabilmesi, kendi ideolojisini güçlendirmesi için, iman edenlerin güçsüz, parçalanmış olması gerekmektedir. İşte bu nedenle masonlar için samimi dindarların arasındaki ittifakı bozmak, onları bölmek önemli bir hedeftir. Bunun için de masonlara göre en emin yöntem, İncil’i kaynak olarak göstermekten çekinmeyen Evanjelik görünümdeki masonları kullanmaktır. Evanjelik görünümdeki masonların oyununa gelen samimi dindar Hıristiyanlar da, aslında farkında olmadan ve elbette istemeden masonların dinsizliği yayma politikasına alet olmaktadırlar. İşte bu yüzden bu kirli oyuna karşı tüm gerçek dindarların tetikte olması ve asıl fikri mücadeleyi birlik ruhu içinde, Allah inancına karşı çıkan ideolojilere karşı yapmaları gerekmektedir. Dindarlar için en büyük tehlikenin, dinsizliği yayma amacını taşıyan masonluk ve masonluğun denetimindeki Darwinizm, materyalizm gibi sapkın ideolojiler olduğu hiçbir zaman unutulmamalıdır.

Özenle Korunan Kale: İnsan Vücudu

13:40 Posted In
Her ne kadar temiz ortamlarda bulunsak da yaşadığımız yerleri birçok mikroorganizmayla paylaşırız. Şu anda oturduğunuz odayı bir mikroskopla inceleme imkanınız olsaydı, beraber yaşadığınız milyonlarca canlıyı rahatlıkla görebilirdiniz.

Bu durumda insan bir anlamda "kuşatılmış bir kale" konumundadır. Kuşkusuz etrafı sayısız düşmanla sarılmış bir kalenin korunması da eksiksiz ve planlı olmalıdır. İnsan, ihtiyacı olan bu mükemmel korumayla beraber yaratılmıştır, yani söz konusu düşmanlara karşı savunmasız değildir. Yüce Rabbimiz'in insan vücudunda yarattığı "mikro" korumalar, insanları her türlü zararlı organizmalardan korur ve birçok cephede savaşırlar.

Vücudu ele geçirmek isteyen düşman hücreleri, öncelikle kendilerini bekleyen ön cepheleri geçmek zorundadırlar. Bu cephelerde kimi zaman zorlu anlar yaşansa da düşmana kolay kolay geçit verilmez.

Mikro Düşmanları Bekleyen Engeller

Düşmanın aşması gereken ilk cephe derimizdir. Bir kılıf şeklinde tüm bedeni saran deri pek çok özelliğe sahiptir. Bu mucizevi ambalajın hayati özelliklerinden biri de, vücudu, hastalık yapan mikro düşmanlardan korumasıdır. Eğer vücut düşmanlarla kuşatılmış bir kale olarak kabul edilirse, derinin de, dış bölümünü oluşturan ölü hücre katmanları ve üzerindeki canlılar ile bu kalenin sağlam surlarını oluşturduğu söylenebilir.

Mikroorganizmaların bize ulaşmak için kullandıkları yollardan biri de solunum yollarıdır. Her an soluduğumuz havada bulunan yüzlerce çeşit ve özellikteki mikroplar bu yolla bedenimize girmeye çalışırlar. Ancak burnun içinde onları bir bekçi gibi bekleyen engelden habersizdirler. Burun mukozasındaki özel bir salgı, doğrudan veya tozlar, damlacıklar ve diğer maddeler ile birlikte solunum sistemine giren mikroorganizmaların yaklaşık % 80-90'ını tutarak dışarı atar.

Mikropların vücuda bir diğer giriş yolları da yiyeceklerimizdir. Ancak onların kullandığı bu yoldan da haberdar olan vücudumuzun korumaları, yiyeceklerin ulaştığı bölgede, yani midede, onları beklemektedir. Mide asidi sayesinde, tüm engelleri aşarak mideye kadar gelmeyi başarmış mikropların tamamı olmasa da büyük bir çoğunluğu yok olur. Hala yaşayan mikroplarsa ince bağırsakta üretilen sindirim enzimleri tarafından yok edilir.

Savunma Sisteminin Gösterdiği Gerçek

Tüm bu gerçekler karşısında sorulması gereken önemli bazı sorular vardır.

Dışarıdaki mikropların yiyecekler yoluyla bedenimize girmek isteyeceklerini, yiyeceklerin güzergahını, mikropların ne çeşit bir sistemle yok olabileceklerini, bu engelden kurtuldukları takdirde nereye gideceklerini, daha güçlü ne gibi bir madde ile karşılarına çıkılması gerektiğini kim belirlemiştir? Ya da daha önce hiç vücut dışına çıkmamış, dolayısıyla dışarıdaki mikropların hiçbirinin kimyasal yapısını inceleme olanağı olmayan, ayrıca kimya eğitimi görmemiş vücut hücreleri mikropları yok edecek maddeleri nereden bilmektedir? Kuşkusuz uyumadan çalışan ve kuşatılmış bir kale gibi mikroplarla sarılmış olan insan vücudunu koruyan böyle bir savunma sistemini, alemlerin Rabbi olan Yüce Allah var etmiştir. Bir ayette Allah'ın mükemmel yaratma ilmi şöyle bildirilmiştir:

"O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir." (Haşr Suresi, 24)

Unutulmamalıdır ki insanın 24 saat boyunca mikroplara açık bir bedeninin olması gerçekte büyük bir acizliktir. Şu an bile, çevrenizdeki mikroplardan etkilenmeden bu yazıyı rahatça okuyabilmenizi Yüce Rabbimiz'in ilhamı ile hareket eden savunma sisteminize borçlusunuz. Bu nedenle küçücük yapılarıyla, kendilerinden milyonlarca kat büyük olan insan bedenini hastalığa, bazen de ölüme dahi sürükleyebilen virüslerin, mikropların insanlara acizliklerini hatırlatmak için Allah'ın yarattığı özel varlıklar olduğunu unutmamak gerekir.

İnce Düşünceli Olmak

13:25
Kuran ahlakı, müminlerin kendi haklarından da feragat ederek diğer mümin kardeşlerini kendilerinden üstün tutmalarını gerektirmektedir. Gerçek iman, gerçek teslimiyet ve gerçek kardeşlik budur. Müminin diğer müminleri kendisinden üstün tutması, yalnızca ona daha çok maddi imkan sağlaması ile sınırlı değildir. Bu kardeşliğin ifade edildiği yerlerden biri de düşüncedir. Mümin, diğer müminlerin ihtiyaçlarını kendinden çok düşünmelidir.

Kaba ve düşüncesiz tavırlar, kişinin imanının olgunlaşmadığını gösterir. Yaptığı bir hareketin diğer müminleri nasıl etkileyeceğini hesaplamayan, yalnız kendi isteklerine göre, "aklına geldiği gibi" hareket eden bir insan, Allah'ın tarif ettiği mümin modelinden uzak demektir. Kuran'da ince düşüncenin ve düşüncesizliğin örnekleri üzerinde önemle durulur. İnce düşüncenin önemi, bir ayette şöyle vurgulanır:

"Ey iman edenler (rastgele) Peygamberin evlerine girmeyin, (Bir başka iş için girmişseniz ille de) yemek vaktini beklemeyin. (Ama yemeğe) çağrıldığınız zaman girin, yemeği yiyince dağılın ve söze dalmayın. Gerçekten bu, peygambere eziyet vermekte ve o da sizden utanmaktadır; oysa Allah, hak(kı açıklamaktan)tan utanmaz…" (Ahzab Suresi, 53)

Kuran ahlakıyla yetişmiş insanlar, son derece kaliteli, kibar, nezih ve ince düşüncelidirler. Kendi nefislerinden önce müminlerin nefsini düşünen, ona duyduğu sevgiye rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yediren müminlerin doğal halleridir bu….
İnce düşünceli olmak aynı zamanda cennettekilerin bir vasfıdır.

İnce düşünce örneklerini şartlara ve ortama göre çoğaltmak mümkündür. Bunların bazıları bir işle meşgul olan kardeşini rahatsız etmemek, eğer dua ediyorsa ortamın sessizliğini bozmamak, o istemeden ona hizmet etmek, rahat etmesini sağlamak, bir eksiği veya ihtiyacı olup olmadığını öğrenmek sayılabilir. Ama unutmamak gerekir ki, bu sayılanlar son derece genel bir anlatımdır. Her ortam ve şarta göre bu örnekler yüzlerce, binlerce olacak şekilde artırılabilir.

Pişman Olmadan Önce

13:13
İnsan, Allah Katından bir imtihan olarak hayatı boyunca maddi-manevi çeşitli acı ve sıkıntılı gibi gözüken olaylarla karşılaşır. Ancak bunlar arasında öyle bir his vardır ki bu, belki de hiçbir fiziksel acı ile kıyaslanamayacak kadar şiddetlidir. İnsanın ruhunda büyük bir sıkıntı oluşturur. Bahsettiğimiz bu his, “pişmanlık”tır.

Pişmanlığın iki farklı şekli vardır: Allah’a iman eden insanların yaşadıkları pişmanlık ile, iman etmeyen insanların yaşadıkları pişmanlık... Bu iki his, birbirlerinden son derece farklıdır.

Müminler her olayın Allah’ın bilgisi ve izniyle gerçekleştiğini, başlarına ne gelirse gelsin Allah’ın dilemesiyle olduğunu kesin olarak bilen insanlardır. Bu yüzden de en önemli özelliklerinden biri tevekküllü oluşlarıdır. İnanan bir insan zorlukla da karşılaşsa, çok rahat bir ortamda da bulunsa, hiç yapmak istemediği bir hatayı da işlese tevekküllü davranır.

Allah’a iman etmeyen insanların yaşadıkları pişmanlık duygusu ise genellikle son derece sıkıntılı ve uzun sürelidir. Tevekküllü olmadıkları için de karşılaştıkları zorluklarda, yaptıkları bir hatada müthiş bir iç sıkıntısı yaşarlar. Ancak bundan daha önemli bir konu vardır ki, dünyadayken yaşadıkları bu sıkıntılı pişmanlıktan çok daha büyüğü ahirette karşılarına çıkacaktır. Çünkü dünyada defalarca uyarılmış, doğru yola davet edilmişlerdir. Ancak bu anları hep göz ardı etmiş ve dünya hayatının hiç son bulmayacağı gibi bir hisse kapılarak ahireti unutmuşlardır. Ne var ki, ahirette cehennem ile karşılaşıldığında artık geri dönüp telafi etme imkanı olmayacaktır. Bir ayette şöyle bildirilir:

"Ateşin üstünde durdurulduklarında onları bir görsen; derler ki: "Keşke (dünyaya bir daha) geri çevrilseydik de Rabbimiz’in ayetlerini yalanlamasaydık ve mü’minlerden olsaydık." (Enam Suresi, 27)

O gün hiç kimsenin pişmanlığı kimseye fayda vermeyecek ve kişiyi cehennem azabından kurtaramayacaktır. Bu pişmanlığı yaşamamanın tek yolu, henüz vakit varken Yüce Rabbimiz'e teslim olmak, O’nun emrettiği Kuran ahlakını tam anlamıyla yaşamaktır.

İÇİNDE YAŞADIĞIMIZ AHİR ZAMAN VE MEHDİ (a.s.) MÜJDESİ

13:44
Ahir zaman, dünyanın son dönemlerini ifade eden bir tanımdır. İslam inancına göre, kıyametten önceki bu son dönemde insanlık önce büyük bir bozulma ve dejenerasyon ile karşı karşıya kalacaktır. Haksızlığın, zulmün, açlığın ve yoksulluğun, ahlaki çöküntünün, savaşların ve çatışmaların, kargaşa ve anarşinin arttığı bu karanlık dönem, insanların din ahlakına yönelmeleriyle son bulacaktır. Yokluğun yerini bolluk, haksızlığın ve zulmün yerini adalet ve anlayış, anarşi ve kargaşanın yerini huzur ve güven alacak; dünya tarihte olmadığı kadar güzellik ve bereket içinde olacaktır. Allah, dünyanın aydınlığa ve berekete kavuşması için Mehdi (hidayete ermiş, hidayet bulmuş) sıfatını taşıyan kutlu bir şahsı ve Hz. İsa'nın yeniden dünyaya gelişini vesile kılacaktır. Tüm bunlar, bize Peygamber Efendimiz (sav) tarafından müjdelenen, Kuran'da da işaret edilen çok değerli müjdelerdir.

Ahir zamanın alametlerinin neler olduğunu, bu dönemde gelecek olan Hz. Mehdi'nin özelliklerini, Hz. Mehdi geldikten sonra yeryüzünde ne gibi değişimlerin olacağını ve Hz. İsa'nın yeryüzüne gelişini daha önce yayınlamış olduğumuz kitaplarımızda detaylı olarak incelemiştik. (Detaylı bilgi için bkz. Hz. Mehdi'nin Çıkış Alametleri ve Özellikleri, Mehdi ve Altınçağ, Peygamberimiz (sav)'in Dilinden Hz. Mehdi, Kıyamet AlametleriAltınçağAhir Zaman ve Dabbet'ül ArzHz. İsa'nın Geliş Alametleri, Ahir Zamanı Bediüzzaman ile Anlamak, Harun YahyaBu kitabımızda ise, Musevi kaynaklarda yer alan ahir zaman alametlerine, Hz. Mehdi'nin ve "Olam Ha-ba" (Beklenen Dünya) olarak ifade ettikleri altınçağ döneminin özelliklerine yer vereceğiz.

Musevi kaynaklarda tarif edilen, gerek ahir zamanda Hz. Mehdi'nin çıkacağı dönemin alametleri, gerekse Hz. Mehdi'nin hakimiyetindeki altınçağ dönemi, İslami kaynaklarda yer alan tasvirlerle büyük bir benzerlik taşımaktadır. Her iki dinde de, insanların din ahlakından uzaklaşacakları; bu nedenle pek çok zorluk ile karşılacakları; sıkıntılı bir dönemin ardından, güzel ve aydınlık bir dönemin başlayacağı ifade edilmektedir.
Ayrıca bu kitapta, Tevrat'ta(1) bahsi geçen ve hakimiyet vadedilen Ben-i İsrail (İsrailoğulları) kavminin, aslında Mehdi cemaati olduğu açıklanmakta; Mehdi cemaatini asıl belirleyecek olanın ise soy değil, samimi iman olduğu vurgulanmaktadır. Mehdi (AS) ve cemaati, Allah için yaptıkları faaliyetlerdeki başarıları ile tanınacaktır. Allah dinini hakim kılmak için kaderde kimi vesile kılarsa, bu sıfata vakıf olacak olanlar da onlar olacaktır.

Gerçek din ahlakının tüm dünyaya hakim olması ve bu sayede insanların her türlü maddi manevi sıkıntıdan kurtulmaları, tüm iman edenlerin temennisidir. Mehdi (AS)'ın çıkışı öncesindeki alametlerde görüleceği gibi, yaşanılan pek çok olay, asırlardır beklenen bu mübarek dönemin yaşanmaya başladığını göstermektedir. Tüm müminler gibi bizim de duamız, Allah'ın bizlere din ahlakının yeryüzüne yayılması için yürütülecek fikri mücadeleye katkıda bulunma imkanı vermesi ve bizleri de bu kutlu döneme şahit kılmasıdır.

Kuran'a Göre Müslümanların Birlik Olmaları Farzdır

13:35
Allah Kuran'da müminlere birlik olmalarını, inkara karşı imanda saf bağlamalarını, birbirlerini kardeşleri gibi görüp sevmelerini, birbirlerine karşı merhametli, affedici ve koruyucu olmalarını, dağılmaktan, ayrılmaktan ve parçalanmaktan şiddetle kaçınmalarını emretmiştir. Kuran'a göre müminlerin birlik olmaları farzdır. Ayetlerde şöyle buyrulur:

Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O'nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar. (Al-i İmran Suresi, 103)

Mü'minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin ve Allah'tan korkup-sakının; umulur ki esirgenirsiniz. (Hucurat Suresi, 10)

Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir. (Enfal Suresi, 46)

İnkar edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur. (Enfal Suresi, 73)
Ve haklarına tecavüz edildiği zaman, birlik olup karşı koyanlardır. (Şura Suresi, 39)
Şüphesiz Allah, Kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak cehd edenleri (mücadele edenleri) sever. (Saff Suresi, 4)

Burada Müslümanların birlik olmasıyla ilgili olarak sadece birkaç ayete yer verilmiştir. Bu ayetlerden ve Kuran'ın genelinden açıkça anlaşıldığı gibi;

• Müslümanların birlik olmaları,

• Kardeşce bir sevgi ve şefkatle birbirlerine bağlı olmaları,

• Çekişip tartışmamaları,

• Birbirlerinin velileri ve dostları olmaları,

• Birbirlerini her koşulda koruyup kollamaları,

• Birbirleriyle istişare halinde olmaları,

• Birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf haline inkara karşı ilmen mücadele etmeleri farzdır.

Bu durumda tüm bunların aksi bir tutum sergilemek, yani;

• Birleştirici değil ayırıcı olmak,

• Müslüman kardeşlerine sevgiyle ve şefkatle yaklaşmamak,

• Müslüman kardeşlerine karşı affedici, koruyucu ve kollayıcı olmamak,

• İnkara karşı verilen ilmi mücadelede Müslümanlarla kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlamamak haramdır.
Eğer İslam alemi güçlü, istikrarlı, müreffeh bir medeniyet olmak, dünyaya her alanda yön vermek ve ışık tutmak istiyorsa, birlik halinde hareket etmek zorundadır. Bu birliğin yokluğu, Müslüman ülkeler arasındaki ayrılık ve dağınıklık, İslam dünyasından ortak bir ses yükselmemesi, mazlum Müslüman halkları da savunmasız bırakmaktadır. Filistin'de, Keşmir'de, Doğu Türkistan'da, Moro'da ve daha pek çok yerde zavallı kadınlar, çocuklar ve yaşlılar ihtiyaç içinde zulümden kurtarılmayı beklemektedirler. Bu masum insanların sorumluluğu herkesten önce, İslam dünyasının üzerindedir. Müslümanlar, Peygamberimiz (sav)'in "Müslüman, Müslümana zulmetmez ve onu tehlikede bırakmaz" sözünü hatırlarından çıkarmamalıdırlar.
Dünya Müslümanlarının, güçlü ve aktif bir Türk İslam Birliği sağlayamamış olmaları, günümüzde yaşanan çeşitli sorunların temelinde yer alan önemli bir eksikliktir. Güçlü bir birlik sağlandığında bugün yaşanan sorunların benzerleriyle ya hiç karşılaşılmayacak ya da karşılaşılan tüm sorunlar tahmin edilenden çok daha kısa süre içinde çözüme kavuşturulacaktır.
İslam dünyasında farklı kültürler, gelenekler ve anlayışlar olması son derece doğaldır. Önemli olan, bu farklılıkların inanç birliği altında, çoğulcu bir dayanışma içinde toplanmasının sağlanmasıdır. Görüş, düşünce ve uygulama farklılıkları her toplum içinde karşılaşılan olağan durumlardır. İslam ahlakının gereği tüm farklılıklara rağmen Müslümanların, birbirlerinin kardeşleri oldukları gerçeğini unutmamalarıdır. Irkı, dili, vatanı, mezhebi ne olursa olsun tüm Müslümanlar kardeştirler. Bu nedenle İslam dünyası içindeki farklılıklar birer zenginlik olarak değerlendirilmeli, bunlar, Müslümanların birbirleri ile çekişmesine neden olan, onları ana konulardan uzaklaştırıp, acil ve önemli sorunlara tedbir alınmasını engelleyen çatışma ve ayrılık nedenlerine dönüşmemelidir.

Müslümanların birbirleri ile olan ilişkilerinde, temel ölçü karşılarındaki kişinin ırkı, etnik kökeni, dili gibi özellikleri, sahip olduğu imkanları, makamı veya mevkisi değil, imanı ve güzel ahlakıdır.

Samimi iman eden kişiler arasında sevgi, bir diğerinin Allah'tan korkup sakınmasına, Rabbimiz'e duyduğu içli sevgiye, yaptığı salih amellere, gösterdiği güzel ahlaka göre şekillenir. Eğer bir kişi hayatını Allah yolunda vakfetmiş olduğunu tüm tavır ve davranışları ile ispatlıyor, her anında Allah'ın rızasını ve rahmetini gözeterek güzel davranışlarda bulunuyorsa, müminler o kişiye karşı sevgi ve hürmet duyarlar. Bu kişinin derisinin rengini, ait olduğu milleti, maddi imkanlarını kıstas olarak değerlendirmezler, bunlar sevgilerinde olumlu ya da olumsuz bir etki yapmaz. Aynı kıstaslar, Müslüman toplumlar arasındaki ilişkilerde de geçerli olmalıdır. İki Müslüman toplum arasındaki ilişkinin özü, Kuran'da bildirildiği gibi olmalıdır.

Müslümanlar, birlikte hareket etmelerini engelleyen durumlar olduğunda şu sorular üzerinde düşünmelidirler:
"Bu konu, İslam ittifakını zedeleyecek kadar önemli mi?"

"Üzerinde uzlaşılması mümkün olmayan bir konu mu?"

"İnkarcı ideolojilere karşı fikri çalışma içinde olmak yerine, Müslüman bir diğer toplulukla uğraşmak makul mü?"
Bu sorulara vicdanına başvurarak cevap veren herkes, sonu gelmeyen çekişmelerden uzak durmanın ve Müslümanlar arasındaki Kuran ahlakına dayalı bu ittifakı korumanın öncelikli olduğunu görecektir.
İslam dünyası, ayrılıkları ve farklılıkları bir kenara bırakıp, tüm Müslümanların "kardeş" olduğu gerçeğini hatırlamalı ve bu manevi kardeşliğin getirdiği güzel ahlak ile tüm dünyaya örnek olmalıdır. İman edenlerin birbirleri ile kardeşliği, Yüce Allah'ın bir lütfu ve nimetidir. Samimi Müslümanlar bu nimet için Rabbimiz'e şükretmeli ve Allah'ın "dağılıp-ayrılmayın" emrini unutmamalıdırlar.